XX. yüzyılın önemli şâir, roman yazarı, akademisyen, siyasetçi ve edîbi Ahmet Hamdi Tanpınar “Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler ona mutlaka türkülerden gitmelidirler.” sözüyle, bizi biz yapan medeniyetimizin ve kültürümüzün aslî kodlarının nerelerde olduğuna pek sarih bir şekilde işaret etmiştir. Binlerce yıldır birçok medeniyete sahiplik eden Anadolu, bütün bu zenginlikleriyle tarih sahnesinde varlığını öncekilerin tecrübelerinden istifade ederek günümüze kadar taşımıştır. Anadolu coğrafyasına hâkim İslâm medeniyeti, hakîkati itibariyle diğer tüm din ve medeniyetlere hoşgörü ile yaklaşmış ve bunlar arasında aslî değerleriyle çatışmayan ve faydalı gördüğü her şeyi kendi potasında eriterek benimsemiştir. Bu yönüyle, kültürel zenginliği ziyadesiyle artmış bir medeniyettir.
Bir toplumun özünü, değerlerini, kısaca, yaşayışını anlamlandırıp değerlendirmenin ilk adımı ona ait kültürü bilmekle gerçekleşir. Peki, kültür nedir? Etimolojik olarak “doğadan türeyen tarım ve ürün yetiştiriciliği” anlamında kullanılan kültür daha sonraları “zihin yetiştirme” mânâsında kullanılagelmiştir. Özellikle Almanca’da ve İngilizce’de 17. yüzyılın sonlarında, belirli bir halkın “bütün bir yaşam biçimi” demek olan bir “tin” konfigürasyonunun ya da genellemesinin adı olmuştur (Williams, 1993: 8-9). Kültürü “hars” olarak tanımlayan Ziya Gökalp bununla toplumun can damarı dînî, ahlâkî, iktisâdî, hukukî, muâkalevî, lisânî, bediî ve fennî hayatını ele alan 8 önemli hususiyeti bağdaştırmaktadır. Zikri geçen 8 hususiyetin toplamına hars demektedir (Gökalp, 2019: 26). Batı’da Raymond Williams da aşağı-yukarı Gökalp’in saydığı ögeleri ön plana çıkarmaktadır. Endüstri, demokrasi, sınıf, sanat ve kültür olgularının zaman içinde yaşadığı değişimle her birinin bir diğerine âit anlamı barındırdığını söyler (Williams, 1960: xi). Bazı düşünürler kültürü maddî ve mânevî olmak üzere ikiye ayırır. Üretim alanında meta olarak kabul edilen olgular maddî kültür kategorisine; bilim, sanat, edebiyat gibi düşünsel alanlar ise mânevî kültür kategorisine dahil edilmektedir (Büyükyıldız, 2015: 23). Kültüre dâir muhtelif tanımların serdedildiğini müşahede etmekteyiz. Bu vesileyle; kültürün, bizzat tanımı hususunda kesin bir şey söylenemese de muhtevası bakımından topluma dâir her şeyle ilgilendiği söylenebilir. Kanâatimizce kültür, doğuştan itibaren farkında olarak veya olmadan özümsediğimiz mâlumâtın yekûnü olarak tarif edilebilir. Dolayısıyla bu minvalden bakıldığında, kültür dediğimiz şey çevre ile etkileşim sonucu alınan tavırlar bütünü olarak karşımıza çıkar. Müzik algımız da bunun bir semeresidir.
Kültür ve sanatın bir alt dalı olan müziğe, özelde ise halk müziğine bakıldığında; temelini halkın yaşanmışlığından aldığını ve kültürel yaratımlarına dayandığını söylemek mümkündür (Kaynar, 1996: 11). Bugün coğrafyamızdaki her insanımızın öyle ya da böyle müzikle bir temâsı olmuştur. Müzik olmadan eğlence, mezuniyet, tören, sünnet, nişan, düğün olabilir mi? Yüzyıllardır düşmana korku, dosta şevk veren mehter; îmanımıza güç-kuvvet veren ezanlar, Kur’an tilaveti, mevlidler, ilâhîler, dualar makamsız ve müziksiz olur mu? Câmiler, tekkeler, zâviyeler, cem evleri; güzel sesten, makamdan, nağmeden ayrı düşünülebilir mi? Hâsılı-kelam; sevdası, aşkı, muhabbeti, acısı, hüznü, sevinci, dini, zaferi ve kısaca hayata dâir her ne varsa gönüllerden dalga dalga yayılan nağmeler ve ezgilerden mahrum kalmasının imkanı var mıdır? Bunlara mânî olmak insanımızın umuduna, düşüncesine, duygusuna, yaşanmışlığına sınır çizmek demek değil de nedir? Bu da pek mümkün olamaz kanâatimizce…
Anadolu coğrafyamızın 7 bölgesi tek çatı altında toplanmış ancak her biri diğerinden hatırı sayılır farklılık gösteren önemli bir dil, kültür, sanat ve estetik hazinesidir. Kendilerine has ezgileri, halk oyunları, yemekleri, giyim kuşamı, örf ve âdetleri bazen aynı bölgede olmalarına rağmen komşu il ile dahi farklılık gösterecek kadar zenginliğe sahiptir. Bunun bir adım ötesi aynı şehirdeki ilçelerin dahi kendi aralarında çeşitlilik arz etmesidir. Şecaatin, cesaretin timsali Ege Bölgesi’nde zeybeğin heybeti; Karadeniz’in hırçın ve coşkun dalgalarının horona sirâyeti; haksızlığa karşı hakkı savunmanın, feryadın, isyanın İç Anadolu’da bozlağa ve Güneydoğu Anadolu’da hoyrata yansımasını görmek mümkündür. Davulla, zurnayla, bağlamayla, defle göğe yükselir halkımızın sevinci, heyecanı, neşesi… Bizim kültürümüzde müzik, ekmek gibi su gibi herkesin ihtiyaç duyduğu yeri doldurulamayan bir lezzet, mâzînin tecrübesini âtîye taşıyan hakiki bir köprü, bizi dar kabuğumuzdan kurtarıp ufka doğru varlık alanımızı genişleten ve âlem-i suğrâdan âlem-i kübrâya varıncaya dek sırlı sesleri duymamıza vesile birer bilgelik öğüdü taşıyan kıymetlimizdir.
Müziğin en saf hâli olarak adlandırılabilecek Türk halk müziği; özünde, Türk topraklarında yaşamış ve âşık adı verilen halk sanatçılarının muhtelif olaylar karşısındaki duygu ve düşüncelerinin dışavurumuna dayanır. Bu sebeptendir ki Türk halk müziği, adı gibi halkın öz hakiki müziğidir. Atınç Emnalar’a (1998: 27) göre; Türk halk müziği “kendine özgü çalgıları, çalış ve söyleyiş tavırları, türleri, biçimleri ve geniş dağarcığıyla; ulusal nitelikleri bünyesinde taşıyan, halk biliminin diğer dallarıyla iç içe oluşan, yöresel müziklerin birleşimiyle ortaya çıkan bir müzik çeşididir”. Anonim bir karaktere sahip olan Türk halk müziğinin âşıklar ve türkü yakıcılar olmak üzere iki kaynağı vardır. Bu halk sanatçıları herhangi bir nazarî bilgileri olmamasıyla birlikte tamamen irticâlen duygu ve düşüncelerini müziğe aktarırlar. Genellikle “eskiden yaşamış büyük ozanların deyişlerini, yetiştikleri yörenin müziği ile söylerler” (Emnalar, 1998: 28). Kendine has çalgı, tür, biçim, form ve melodilerle duygularını ifade eden toplum, böylelikle bu müziğin yüzyıllarca varlığını sürdürmesini sağlar. Ortaya çıktığı bölgenin dil ve düşünce yapısını, melodik özelliklerini ve hattâ hayat tarzını yansıtması açısından halk müziği yalnızca bir eğlence aracı olmaktan çıkar ve toplumsal sorunlara duyarlı, estetik bir sanat hâline gelir. Hattâ bu kitapta yer verilen bazı türkülerde olduğu gibi, tarihsel olaylara da ışık tutar.
Bu çalışmanın amacı günümüzde her alanda varlığını gösteren Türk halk müziğini gelecek nesillere kolayca aktarabilecek sade bir dille, fazla tafsilata girilmeden, hem akademik câmiâda hem de halk tarafından kolaylıkla okunabilecek bir kaynak oluşturmaktır. Bu minvalde çalışmanın “Türk Halk Müziğinin Sınıflandırılması” başlığı altında, halk müziğinde en çok icrâ edilen formları açıklanmış ve kırık havalara dâir örnekler de notalarıyla beraber verilmiştir. “Türk Halk Müziğinde Yaygın Olarak Kullanılan Çalgılar” başlığı altında, yine halk müziğinin mihenk taşı olarak kabul edilen enstrümanlar hakkında bilgilere yer verilmiştir. Son olarak “Bölgelere Göre Halk Müziği” başlığı altında ise ülkemizin yedi bölgesinin türküleri ve Türk halk müziğinin özellikleri anlatılmış ve bu özellikler örnek eser notalarının hikâyeleri ile desteklenmiştir. Bu sayede yedi bölgemize ait asgarî 8 türkünün hikâyeleri varyasyonlarıyla beraber ele alınmıştır. Bu çalışma nitel araştırma yöntemlerinden dökuman taraması yoluyla ele alınmıştır. İlaveten elde edilen veriler, veri analizi yoluyla işlenmiştir. Çalışma içerisinde yeralan notalar TRT Müzik Dâiresi Yayınları THM Repertuvarı’ndan alınmış ve daha net ve okunulabilir olması amacıyla yeniden notaya alınmıştır. Bahsi geçen özelliği ile bu çalışma hem akademisyenler hem de Türk halk müziği icrâcıları için ayrı birer önem teşkil etmektedir.
TÜRK HALK MÜZİĞİ-FORMLAR-ÇALGILAR ve YEDİ BÖLGEDEN HİKÂYELİ TÜRKÜLER
Toplam Sayfa Ziyareti: 312 - Bugün Sayfa Ziyaretleri: 1