İktisadî Hayat

Ana Sayfa  / Yayınlar / Medeniyet Değerlerimiz / İktisadî Hayat

Sosyal bir varlık olan insan, dünya üzerinde var olduktan itibaren topluluklar halinde yaşayagelmiştir. İnsanların birlikte yaşamaları ve toplumsal ilişkiler geliştirmesi esasında bir zorunluluktur. Zira birçok şeye karşı mücadele vermek zorunda olmaları yanında birçok şeye ihtiyaç duyan insanlar ancak birlikte yaşamak ve paylaşımda bulunmak suretiyle bu zorluk ve ihtiyaçların üstesinden gelebilirler. Nitekim yaşadıkları bölgenin sınırlarını ve haklarını korumak için birlikte davranmak zorundadırlar. Herhangi bir düşman saldırısında savunulacak değerleri korumak, esir düşmemek, haklarından olmamak için birlikte yaşamak ve birlikte hareket etmek ilk çağlardan beri insanlar açısından hep önemli olmuştur. İnsanların korunma ve savunma ihtiyaçlarının yanında beslenme, barınma, eğitim, tedavi, seyahat vs gibi sayılamayacak kadar çok gereksinimleri bulunmaktadır. Bu gibi ihtiyaçların giderilmesi insanları bir takım sosyal ilişkilere ve bir takım kurum ve vasıtaları keşfedip oluşturmaya itmiştir.
Konumuz iktisat ve maliye olduğu için bu açıdan bakarak konuşulacak olursa; insanlar ihtiyaçlarını gidermek için zorunlu olarak iş bölümüne gitmişlerdir. Bir insanın bütün işleri tek başına yapması; yaşamı için gereksinim duyduğu tüm meslekleri, bilimleri, sanatları öğrenmesi mümkün olmadığı için ilk tarihlerden itibaren insanlar kendi aralarında farklı alanlara yönelerek iş bölümü yapmışlardır. İlk insan topluluklarında bireylerin uzmanlaştıkları alanlarda ürettikleri ürünlerin birbirleri arasında değiştirilmesi problemi ürünlerin değiş-tokuşu yapılarak bir nebze giderilmiş olsa da adilane ve işlevsel bir çözüm arayışı devam etmiş, neticede iş paranın bulunmasıyla başka bir sürece evrilmiştir. Paranın keşfi ve ilerleyen süreçte insandaki kazanma duygusu, önceden de var olan sınırlı ticaretin hudutlarını genişletmiş, insanlar sadece kendi toplumsal grupları içinde alış-veriş yapmaktan çıkarak komşu topluluklarla, ülkelerle ve hatta komşu bile olmayan uzak, denizaşırı ülkelerle ve orada yaşayan insanlarla alış-veriş yapmaya başlamışlardır. Çok eski çağlarda Çin’den İspanya’ya, Asya’nın bir ucundan Avrupa’nın bir ucuna kadar İpek Yolu, Baharat Yolu olarak bilinen ticaret yolları oluşturulmuştur.
Türklerin anayurdu olan; Çin’den İran’a kadar, Hazar Denizi’nden Karadeniz’in Kuzeyi ve hatta Doğu Avrupa’ya kadar olan geniş bir bölge bu ticaret yollarının geçtiği coğrafya üzerinde yer alıyordu. Bu durum hem Avrupa’dan Asya’ya ticaret için gelenlerin, hem de Asya’dan Avrupa’ya ticaret için gidenlerin Türklerin hâkimiyetlerindeki topraklarda seyahat etmesi ve seyahat ederken de ticaret yapması anlamına geliyordu. Tarihi belgeler, Türklerin çok eski zamanlardan beri gerek Çin ile gerekse Bizans gibi ülkelerle ticaret yaptığını göstermektedir.
Türkler İslam Dini’ne girdikten kısa bir süre sonra Sibirya, Orta Asya, Hindistan, İran, Kafkasya, Kıpçak Çölleri, Kırım, Balkanların Kuzeyi, Anadolu, Arabistan, Mısır gibi çok geniş bir coğrafyada; Abbasi hilafetinin gücünü yitirmesinden sonra bağımsız devletler kurmuşlar ve 20. yüzyılın başlarına kadar Doğu Türkistan, Orta Asya, Hindistan, İran, Kafkasya, Arabistan, Mısır, Anadolu, Balkanlar hep Türk devletleri tarafından yönetilmiştir. Türklerin İslamlaşmaya başladıkları tarihler olan 950-1000 senelerinden, bahsettiğimiz sürece kadar yaklaşık 900 yıl Asya’nın nerede ise yarısı Müslüman Türklerin hâkimiyeti altında idi. Dolayısıyla ticarî ve iktisadî hayat da bu sürecin içinde yer alan bir olgu olarak yaşayagelmiştir. Türkler hem İslam öncesi birikimlerinden hem de Müslüman olduktan sonra İslam dininden ve yine fethettikleri, devlet kurdukları toprakların birikimlerinden yararlanmışlar; köklü ve büyük bir iktisadî/malî kültür oluşturmuşlardır. İslam’ın hükümleriyle işlenmiş bir ticaret hukuku meydana getiren Türk-İslam devletleri ve akabinde Osmanlı Devleti bu anlamda çok zengin iktisadi kurum ve kavramlar meydana getirmişlerdir. İşte elinizdeki çalışma bu çok uzun ve köklü geçmişe, bir o kadar da zengin bir kültüre dikkat çekmek için hazırlanmıştır. Adeta güneşe ışık tutmak kabilinden olan bu çalışma elbette ki bir iktisat tarihi, bir maliyeye giriş vb. kitabı değildir. Belki seçilen terimler de eleştirilebilir veya neden şu terimlere yer verilmemiş denilebilir. Fakat bizim amacımız, bu konularda bir eser yazmak olmayıp bu köklü ve zengin mirasa dikkat çekmekten başka bir şey değildir. Bir Türk-İslam İktisat Tarihi yazmak ise bizim cüret edemeyeceğimiz, ancak değerli uzmanlarının yapabileceği ve belki de ciltler dolusu bilgiyi muhtevi ansiklopedik bir yayını gerektirecektir.

Toplam Sayfa Ziyareti: 277 - Bugün Sayfa Ziyaretleri: 1