Evrensel Değerler Derneği olarak, geleneksel hale getirdiğimiz kahvaltılarımızın bu haftaki konuğu Gazeteci-yazar Turan Kışlakçı’ydı. Kışlakçı; edebiyat, kültür, sanat, gezi, roman, Afrika, Ortadoğu ve İslam dünyasındaki gelişmeleri değerlendirdi.
Kışlakçı’nın değerlendirmelerinde öne çıkan hususlar şu şekilde;
Kültür Alanında Ülkemizde Önemli Gelişmeler Var
Ülkemizde roman alanında kaliteli eserlerin verilmesine rağmen sanatla alakalı çalışmaların istenilen seviyede olmadığını belirten Kışlakçı, eskiden insanlar hayvanlar üzerinden anlatılırdı” dedi. Bundan esinlenerek “Eşeknâme” isminde bir roman yazan Kışlakçı, “Devenâme” ismindeki romanını ise yakın zamanda çıkaracak, akabinde de “Atnâme” ve “Yılannâme” gibi roman serisi hazırlıyor.
Yazdığı romanlarda aslında insanları anlatan Kışlakçı, başta çocuklar olmak üzere tüm insanlara hayvan sevgisini vermek gerektiğini belirtti.
Gezi Notları Önemli Bir Kültür Varlığıdır
Gezi notları edebiyat alanında önemli bir yere sahiptir. Batılılar İslam coğrafyasına çok eskiden beri kılık değiştirerek araştırma adı altında girip mahrem bilgilere sahip oldular. Çoğu gezi notları aracılığıyla elde ettikleri bilgileri kitaplaştırarak veya raporlayarak kendi yetkililerine sunmaya devam ediyor.
Ülkemizdeki gezi notları yazanların bazıları Beyrut’taki Osmanlı’dan kalma bir pastaneden yola çıkarak koca bir ülkeyi en detayına kadar okuyucuya sunar. Bir kısmı ise Şam’daki bir kahvenin Kahire ile İstanbul’un ortak noktasını bulup kentlerin ve kültürlerin birbirine benzer ortak noktalarını kaleme alır.
Bölgemizdeki roman yazarları ve gezginlerin bir kısmı yabancılardan etkilenerek eserlerinde özellikle İngilizlere hayranlıktan bahsetmektedir. Bunlardan birisi de Mısırlı Necip Mafhuz’dur. Romanlarında İngilizlerden etkilendiğini açıkça belirten Mafhuz, genç kızlara mutlaka bir İngiliz’le evlenmesini tavsiye eder.
Mafhuz’un aslı Osmanlıya dayanır. 1960’lı yıllara kadar evinde Türkçe konuşulurdu. Daha sonra devletin Türklere olan baskısından dolayı Türkçeyi konuşmayı bırakarak Arap kültürünü öne çıkardı.
Filmlerin Etkisi
Günümüzde filmlerin ve müziklerin etkisinin ülkeleri aştığını, bu sayede binlerce gencin etkilendiği, müzik ve filmin yapıldığı ülkelere okumak veya yerleşmek için gittiğine şahit oluyoruz. Gençlerimizin son yıllarda Güney Kore’ye okumak için gittiğini, gidemeyenler ise ülkemizde Güney Kore filmlerini ve müziklerini dinlemeye başladığını biliyoruz. Ancak bununla birlikte ülkemizin ürettiği film ve dizilerin dünyanın dört bir tarafına dağıldığını görmek çok sevindiricidir.
Yahudiler özellikle ABD ve Latin Amerika ülkelerinde gazete ve film sektörüyle birlikte Arap toplumlarının içerisine girdi. Türkiye şimdi bir ivme kazandı ve film sektöründe oldukça başarılı hamle yakaladı. Film sektöründe dünyada ikinci sıradayız. Türklerle yabancı senaristler ortak çalışmaya başladı. Bu daha yeni ama senarist konusunda ciddi adımlar atılmalı.
“Film sektörüyle ilgili müstakil bir bakanlık kurulmalıdır” diyen Kışlakçı, kültür olarak ortaya yeni bir nesne konulmadığını, eskinin insanların beğenisine sunulduğunu dile getirdi. Bakanlık eskiyle birlikte yerli ve yabancılara yeni ürünler sunması gerekir.
Cemaatler Abiler Değil Alimler Etrafında Toplanmalı!
Birçok ülkede cemaatler asıl vasfını kaybetti. Cemaatler mutlaka eski mecrasına döndürülmelidir. Cemaatler demokrasilerde önemli ve güçlü birer STK’dır. Batılı ülkelerde STK’lara oldukça önem verilir. Bizim topraklarımızda da Cemaatlere önem verilmektedir. Her cemaatin olaylara yaklaşımının farklı olması normaldir. Bunu muhaliflik değil bir kazanım olarak görmek gerekir. Önemli olanın cemaatlerin topluma sağlık ve doğru bilgileri vermesidir.
Bireyselliğin öne çıktığı bir yerde cemaatlerin gelişmesi mümkün olmamakla birlikte bu alanda çalışmalardan geri durmamak gerekir. Cemaatler alimlerin etrafında değil de abilerin etrafında şekillenmeye başlandığı, bundan dolayı da cemaatlerden ve onları idare edenlerden istenilen performans tam olarak ortaya çıkmıyor.
Cemaatlerde toplum katmanlarında eleştiri kültürü tam anlamıyla gelişmedi. Kişiler çok rahat dışlanıyor. Bu konunun bertaraf edilmesi için yazılı eserlerin ortaya konulması çok önemlidir. Ancak okuma alışkanlığının çok az olduğundan yakındı. İz bırakan insanların eksilmesiyle eser üretmede azalma olduğu üzücüdür.
Önceki alimler kendine gelen öğrenciyi bir ay boyunca gözlemler ve incelerdi. İlgisi ve alakası hangi yöndedir. Eğer çocuk fıkıhla ilgilenirse fıkıh âlimlerine, felsefe ve hendese gibi konulara yatkınlığı varsa o kanala yönlendirilirdi. Kimse bundan alınmaz veya “adam kaybediyorum” gözüyle olaylara yaklaşmazdı.
Halebi’nin Kafatası Fransa’dan Alınmalı
Semboller toplumlar açısından önemlidir. Ajanlar bile bize ait sembolleri kullanarak aramıza girer. Bir İngiliz ajanı dini cemaatlerin arasına karışacaksa hemen hocaların ve âlimlerin giydiği gibi giyinir ve böylece görevini icra eder.
Sembolleri kullanarak çıkar elde etme hastalığı hemen her toplumda vardır. İslam beldelerinde öne çıkan semboller kullanılarak çıkar elde etme hastalığı her zaman olmuştur ve olmaya da devam ediyor. Batılılar kendi sembollerine sahip çıkar. Ölülerini bile başka ülkelerde bırakmayarak ülkesine götürürler.
Bizden biri olan Süleyman Halebi’nin hikâyesini yazma işlemlerinin sonuna geldiğinin haberini veren Kışlakçı, Halebi’nin, hayatını, Fransızlara karşı verdiği mücadeleyi ve sonunda Fransızlar tarafından idam edilerek kafatasının Fransa’daki müzede sergilendiğini eserinde yazdığını aktardı.
Halebi aslında Afrınli bir genç. Ancak genç yaşında 19-20 yaşlarında Osmanlı ajanı diye Fransa tarafından aylarc
a sorgulandı. Sonunda idam edildi. Osmanlının bundan haberi bile olmamış. Cesedi 1 ay boyunca ağaca asılı olarak bırakıldı. Onun cesedi üzerinden ahaliye gözdağı verdiler.
Kafatası olmadan mezarı şimdi Afrin’dedir. Kafatası ise Fransa’dadır. Bir şekilde onun kafatası Fransa’dan alınıp Afrin’e getirilmelidir. Bu konuda girişimler var.
Emperyalist ülkeler genellikle idam ettiği kanaat önderlerinin kafataslarını alır kendi ülkesine götürür. Bu bir gözdağı vermektir. Bu Batılıların eski bir geleneğidir. “Söz dinlemezseniz sonunuz böyle olur” demek için halk arasına korku sararak işgallerini sağlamlaştırırlar.
Kafatası kesme ve bu kafataslarını istifleme işini Moğollar, özellikle Cengiz Han çokça yapmıştır. O da bu yolla insanları korkutuyor ve istediği yeri işgal edebiliyordu.